6 Ocak 2025
CARL GUSTAV JUNG'UN PERSPEKTİFİNDEN EBRULİ BİR TUFAN ÖYKÜSÜ
“Nasıl anlatsam, nerden başlasam?”, derken, “Ebru, başla da, nerden başlarsan başla!”, dedi iç sesim. Ben de, izninizle, şöyle başlayayım: İnsan ruhunun özünde ne olduğu, belki de insanlık kadar eski bir sorudur. Bu soruya çeşitli dinler, öğretiler, felsefeciler, ve ruhbilimciler türlü çeşit yanıtlar vermiştir. Bu sorunun yanıtını sadece Psikiyatri biliminde değil, Mitolojide, Edebiyatta, kutsal dinler ve öğretilerde ve Antropolojide de arayan Carl Gustav Jung'un yanıtları dahiyanedir. Jung’a göre, ruhumuz, yani Psişemiz iki farklı boyuta yayılmıştır: Bilincimiz ve Bilinçdışımız. Bilincimiz, açığa, aydınlığa çıkardığımız, kendimize ve başkalarına gösterdiğimiz her şeyi içerir. Toplum içinde oynadığımız roller ve içinde bulunduğumuz ortama göre takıp çıkardığımız maskelerimiz; yani Personalarımız, travmalı yanlarımıza rağmen kuyruğu havada tutmamıza yarayan savunma mekanizmalarımız hep Bilinç düzlemine aittir. Bilinçdışımız da, bilincinde olmadığımız duygu, düşünce, dürtü ve travmatik anılarımızdan oluşur. Yani karanlıkta olan tarafımız. Bir başka deyişle, Gölgemiz. Psişeyi bir buz dağına benzetenler de olur. Okyanus yüzeyinin üstünde kalan kısmı Bilinç iken, okyanusun içinde kalan ve kat kat daha büyük olan kısmı da Bilinçdışıdır. Ruhumuzu hasta eden şey, bilinçdışındaki atıklar, geçmişte ruhumuzu zedeleyen her şey, reddedilme korkusu ve sevilme ihtiyacımız nedeniyle "miş” gibi yapmayı öğrene öğrene oluşturup taktığımız maskeler, bastırdığımız özgünlüğümüz, ortaya çıkarma fırsatı bulamadığımız yeteneklerimiz, arzularımızdır. Bastırdığımız ve açığa çıkmasına izin vermediğimiz her şeye Gölge diyor Jung. Bu Gölge, içinde sayısız öğeler, küçüklü büyüklü gölgeler barındırır. Gölgemizde bir de Aile Gölgemiz ve İnsanlığın Gölgesi vardır. Örneğin, benim Gölgemde, Selanikli bir muhacir ailenin oğlu olan Rahmetli Dedemin göçmenlik travması da, annemin korolarda solist olma arzusunun bastırılmışlığına isyanı da, ilkel insanın gece mağarada yatarken hissettiği korkuları da var. Açığa çıkmak isteyen her olumlu yanımız ve bastırdığımız her şeyin ruhumuza uyguladığı basınç ve yük, artık onları kaldıramaz bir hale geldiğimiz bir noktada, en başta panik ataklarla, anlamsız korkularla, takıntılarla ve genelde depresyonla, sonra daha da ciddi hastalıklarla bilince ve bedene sirayet edermiş. Tam da benim başıma geldiği gibi.
Ben, pek çok ruhsal bunalım yaşamış ve en sonunda her şeyi “beyin kimyası bozukluğu” ile açıklamış, şifanın psikiyatrik ilaçlarla geleceğine inanmış ve bunun bedelini de ziyadesiyle ödemiş bir annenin kızı olarak büyüdüm. Hep bir korku duydum. Madem genler yalan söylemezdi, demek ki ben de bu yolun yolcusu olacaktım. Bir gün. Mutlaka. Sonra kehanet kendi kendini gerçekleştirdi. Ben gerçekten “hasta” oldum. Dibin dibini gördüm. Yaşadım. Tattım. Zehrinden içtim. Sonra, bir dizi mucize oldu ve ben yavaş yavaş, beni ve annemi hasta eden şeyleri anlamaya başladım. Hala da anlamaya devam ediyorum. Bunu benim anladığım şekliyle annemin anlama fırsatı olmadı. Olamazdı. Ama ben, her evlat gibi, onun omuzlarında yükselerek, onun bana sunduğu eğitim ve konforları değerlendirerek, şifayı başka kapılarda arayabilme şansına sahiptim. Onun asla ulaşamayacağı kaynaklara uzanabildim. Dolayısıyla, ben her şeyi “beyin kimyası” ve “genetik miras” olarak açıklayamadım. Ötesini anlamaya çalıştım. Bu gizemin peşinden koştum. Ve sonunda, en azından koşunun bu evresinde, final ipini yarıp geçmeyi başardığımı hissediyorum. Ben bu gizemi anlamaktan kaçsaydım, bu yükü ve görevi kızlarıma devretmiş olacaktım. Yükün üstüne yük koyarak. Ruhunuz bir kez hastalandı mı, teşhis konulasıya kadar ve konulduktan sonra ayrı ayrı, epey çile çekiyorsunuz. Annem gibi. Benim gibi. Annem ve ben alnımıza yapıştırılan bir etiketle yaşamak zorundayız. İnsanların bize bakarken, bize sevgilerini, bizimle ilgili kaygılarını, bizimle ilgili felaket senaryolarını ve beklentilerini ifade ederken yüzlerine, göz bebeklerine, ses tonlarına, seçtikleri kelimelere ve beden dillerine sinen ve bizim ruhumuza ister istemez yansıyan “Bipolar” etiketiyle yaşamak gerçekten zor bir şey. Bana bu etiketin yapıştırılmasına neden olan süreç şöyle gelişti: Dışarıdan her şeyin “normal” göründüğü, pek çok alanında başarılı sayıldığım bir hayatım vardı. Yaşam gerçek bir koşuşturma, durmayan bir meşguliyet haliydi. Kendimi mutlu ve başarılı addediyor, karşıdan da öyle görülüyordum. Herkes gibi, toplumda kabul gören şeyler yapmaya, kabul gören Maskeler/ Personalar inşa etmeye, değişen koşullara göre o maskeleri güncellemeye, yenilerini özenle oluşturmaya harcıyordum enerjimi ve zamanımı. Bunu yaparken Özgün Benliğimin ne istediğine, bu maskelerin bazılarından aslında ne kadar hoşlanmadığına, bazı konularda çocukluktan beri öğrenegeldiğim çaresizlikle, bastırmayı seçtiğim hayallerime hiç kulak vermiyordum. Özgün Benliğimin tohumlarının saklı olduğu “iç”ime zaman ayırmadan yaşıyordum. Yine Jung’un dediği gibi, hep dışa baktığım için hep rüya görüyor, hiç içime bakmadığım için de bu rüyadan uyanamıyordum. Beni rüyadan uyandıran şey, bir kâbus oldu. Bir an geldi ve ben kendimi bir tufanın içinde buldum. Dışımdaki yaşam benden hızla uzaklaştı. Artık, çevremde olup biten her şey, ekrandan izlediğim ayrı bir boyuta aitti. Tufan bir an sürmüştü, ama beni her şeyden ve herkesten uzakta, yalnız, ıssız, yabancı ve oldukça ürkütücü bir kıyıya çıkarmıştı. Bu tufanda, çok önemli bir parçam, Egom, paramparça olmuştu. Egomuz, bizim pek çok sosyal ağın bir parçası olarak hayatta kalabilmemizi, kabul görmemizi, insanlarla aramızdaki ilişkilerde sınırlar koyabilmemizi ve ilişkilerimizin dokusunu belirlememizi sağlayan çok değerli bir parçası psişemizin. Bir diğer anlatımla, çalkantılı bir okyanusa benzeyen toplumsal yaşamın içinde var olmamızı ve devinim içinde kalmamızı sağlayan bir gemi gibi egomuz. Alabora olan Egom olmadan, sürüklene sürüklene çıktığım kıyıda, her anlamda savunmasızdım. Bu durum, psişemin diğer bileşenleri için, oldukça elverişli bir ortam demekti. Gölgemde açığa çıkamayan, inatla bastırdığım her şey, yani irili ufaklı gölgelerim, isyan bayraklarını çekti. Ayaklanmalar başladı. Devrim başladı aslına bakarsanız. Ve pek çok devrim gibi zamana yayıldı, acılı, kanlı ve yorucu oldu. Ayaklanmalar panik ataklar, sanrılar, takıntılar, korkular ve depresyon şeklinde art arda geldi. Ego, tuzla buz olduğu için, doğduğum günden beri inşa ettiğim surlarla çevrili o “benlik” alanımı koruyamaz haldeydi. Surları koruyan savunma mekanizmalarım ve maskelerim olmadan oldukça savunmasızdım. Ordu dağılmış, şehrin Kraliçesi kendini kalenin zindanına hapsetmiş, zindanın kapılarını kilitlemiş, anahtarları da kuyuya atmıştı. Umutsuzdu. İyi niyetli pek çok kişi, kendi ordularından ayırabildikleri askerleriyle minik minik ordular kurdu ve kendi hayatları izin verdiğince ve kafaları kaldırdığınca savaşmaya çalıştı bu anlayamadıkları durumla, yani gölgelerimin isyanlarıyla. Üstelik henüz bana bile görünmez olan bu gölgelerle savaşan gönüllü askerlerin çoğu da aslında birer gölgeydi. Daha da kötüsü, bu askerler zaman zaman birbirleriyle ve kendileriyle de amansız bir çatışmaya girebiliyorlardı. Kaleyi ve surları tekrar ve bambaşka şekilde inşa etmek ve gölgelerin isyanını bastırmak için, en az, açıkta ve görünür olan boyuta ait Bilinç kadar, karanlıkta ve derinlerde olan Bilinçdışı ile, ilmek ilmek örülmesi gereken bir sohbet gerekiyordu. Bu gerçeği bilmediğim gibi, bu gerçeği idrak edebilecek de olsam bir gün, bu tür bir sohbetin yapılabileceği dile hâkim değildim. Çevremde de bu dili bilen biri henüz yoktu. Ta ki en yakın dostum, talan edilmiş, isyanlarla inim inim inleyen şehrimin kapısında beliresiye kadar. Dostluk, Yüzüklerin Efendisi'ndeki Gandalf ve Elflerin karışımı bir edayla girdi şehrime. Her an artçı depremlerle, tsunamilerle inleyebilecek olan viran şehrimin içinde sakinliğini korudu. Sabırla dinledi gevelemelerimi ve sabırla bana ruhu anlamaya yardım eden bu dilden bahsetti. O dilin tınısını duyurdu bana biraz biraz, anlayabileceğim şekliyle ve dozuyla. En önemlisi de, bir dönüşümün ve bu dönüşümün sonunda, çok ender yakalanan bir huzur ve barışıklık halinin mümkün olduğunu hissettirdi. Onun dışındaki herkesin odağı görünür olan Bilinç düzeyiydi. Dolayısıyla, bu gölgeler, buzdağının o minicik tepesinde, kendini Everestin zirvesinde sanarak, ya nutuklar düzüyor, ya reçeteler dolduruyor ya da benimle ilgili taşıdıkları yükten biraz rahatlayabilmek umuduyla, içlerini güvendikleri insanlara döküyor, döktükçe de, benim gölgelerimin ateşlerine köz taşıyorlardı. Gördükleri tek şey, hastalığımın semptomlarıydı. Köklerini görecek donanımları yoktu. Dolayısıyla, şifa sandıkları hemen her şey kozmetikti. Hatta, yan etkileriyle de zehirdi. Şifa alayım diye beni götürdükleri yer, o etiket üzerindeki yazıyı daha koyu ve daha parlak tonlara boyamaya yaradı sadece. Yeni kurulan ordu, başsız, uyumsuz, gelir gider bir orduydu. Bu orduyla birlikte şehrin içine pek çok gölge daha girmişti. Bu gölgelerin ortak yaşanmışlıkları kalan duvarların daha da çatlamasına neden oluyordu. Bazen minik bir köşe tamir ediliyordu iyi niyetli biri tarafından, iki dakika orada soluk alabilmek iyi gelse de, genelde kafama öte tarafta olup bitenler yüzünden durduk yerde bir direk inebiliyor, yürürken bir çukur oluşabiliyordu. Şehrin kraliçesi olan bana “vezirlik” yapmaya çalışanların elinde, ister istemez “rezil” olduğum anlar çoktu.
Benim zifiri karanlık zindanıma Nöroloji alanında da uzmanlık yapmış genç bir bilim insanı olan Profesör Doktor Cumhur Taş bir mum yaktı. Psikoloğum Canan Çelik Özden de. Ama meşaleleri taşıyan, sırtını Carl Jung ve Joseph Campbel’e dayamış olan Ümit Hoca ve yine Jung'tan aldığı ilhamla ve inatçılığıyla başardığı kişisel gelişimine, özgün benliğini buluşuna, ve böylelikle artan ışığına tanıklık ettiğim can dostum, Aynur oldu. Eski benliğimden, kılıfının içinden inleye inleye çıkan bir yılan gibi çıktım. Bir yandan çok tanıdık, öte yandan çok yabancı olan, tam da bu yüzden beni ürküten, biraz da midemi bulandıran o kılıfa uzun uzun baktım. Desenlerini inceledim, eski bir fotoğrafa, fotoğrafın içindekilere ve arkasında gizlenmiş olan herkese ve her şeye, yüreğinin gözüyle bakan biri gibi. Kılıfı, ona verilen her neyse, koşulsuz kabul eden ve dönüştüren toprağa gömdüm. Onunla vedalaştım. Ona, onlarca yıl beni pek çok şeyden koruduğu için teşekkür ettim. Yanıma almak istediğim her ne varsa aldım. İlginçtir ki, bütün bunlar olurken, ben annem gibi yaşamanın ne olduğunun çok yoğunlaştırılmış bir halini de yaşadım. Benim bunu yaşamam, annemden gelen temelimin içindeki gölgeleri, hem bilinç hem bilinçdışı düzlemde kızlarıma aktarmamam için son derece önemliydi. Nesilden nesile büyüyen Aile Gölgesinin gözlerinin en içine baktım, onun kollarında neredeyse pes etmek üzere buldum kendimi, ama o Gölge aydınlığa çıktı ve kayboldu. Dolayısıyla artık beni, kızlarımı ve belki de annemi bile hasta edemez. Kızlarıma benden başka Gölgeler kalacak. Bu kaçınılmaz. Ama o Gölge gitti. Bu büyük sınav da burada bitti. Sırada yeni sınavlar olduğunu biliyorum. Yaşamın bana bundan sonra sunacağı sınavları, fırtınanın içindeki bir bambu gibi, zarafetle eğilerek, esneyerek ve sabrederek karşılayabilmek için olacak bundan böyle attığım her adım. Ki, bir kedi gibi, beni sınayacak olan her neyse, o daha gelmeden başlamayayım dertlenip, gerilmeye. O sınav geldiğinde, avının üstüne tam gerektiği an atlayan ve avını kıskıvrak yakalayan bir kaplan gibi olabileyim. Tehlike geçtiği an, vücudunda biriken stres hormonlarını titreye titreye boşaltan, gereksiz yere bedenini ve beynini yormayan o kaplan gibi, sıyrılıp çıkabileyim o travmanın içinden. Bir tehlikeyi atlattıktan hemen sonra, her şeyden önce, yalana yalana kendine öz bakım ve öz sevgi veren, ardından da, tatlı uykusuna devam eden bir kedi gibi olabileyim. O dört bacaklı bilge gibi, geçirdiğim badireyi, kendime tekrar tekrar yaşatmayacak kadar anda kalabileyim. Onun gibi, güneşin altında, Güneşle, Toprakla ve Havayla hemhal olabileyim. Bir de, her ne yaparsam, Bütünün Hayrına yapabileyim.
Bu yolun yolcusu olmak, gerçekten yaşadım diyebilmek, en büyük dileğim.
Ebru M. İçe Bakış Uyanış Atölyesi ve Grup Gölge Çalışmasına katıldı
14 Kasım 2024
Merhaba Ümit Bey, Son çalışmamızdan sonra bende kalan izlenimleri bir kez daha gözden geçirdim. Siz her zamanki gibi başarılıydınız. Mesleki tecrübeniz ,alan bilginiz ve birikiminizle, en önemlisi anlayışlı yaklaşımınızla güven veren bir rehber pozisyonundaydınız. Katılımcılar da yaşadığımız toplumun küçük bir numunesi. Komedi dışında her türlü hikayeye şahit olduk. Birçoğu özdeşim kuracağımız kadar yakın, bir kısmı da farklılıklarımızın ayırdına varacağımız mesafede. Çeşitli bakış açılarıyla hayatın bizdeki izlerini anlamaya çalıştık. Benim en önemli kazancım “keşkelerim”den birini iyi ki böyle olmuşa dönüştürmem oldu. Geçmişteki seçimlerimi sorguluyordum ve seçemediklerimin hüznünü taşıyordum. Böylelikle içimdeki bir ukde çözülmüş oldu. Kaderime ve size müteşekkirim. Bir başka kazanımım ise rüyalarla gelen mesajlara güvensizliğimle ilgiliydi. Rüyalarımın yönlendirmesiyle verdiğim kararlarımın bir kısmında hayal kırıklığı yaşamıştım .Rüyalarımı yeniden yeni bilgilerimle değerlendirdim ve geçmişteki yanılgılarımın o zamanki zihin durumumla alakalı olduğu sonucuna vardım. Yanılmış olsam bile yararıma işleyen ,zor zamanlarda ümit veren, bol zamanlarda da zorluklara hazırlayan bir sistem olduğu kanaatine vardım. Güvenim arttı, kendimi daha cesur ve özgür hissettim. Artık rüyaların dilini daha iyi anlıyorum, dolayısıyla düz mantıkla düşünmeyi de biraz esnettim. Gerçek üstü Sanat akımının etkisiyle oluşan eserleri bir çırpıda reddetmiyorum. Ön yargılarımı epeyce aştım. Sözün kısası sizinle çıktığım yolculuklarım hem keyifli hem de bol kazançlıydı. Çok teşekkürler.
Ayşegül Ünal Online arketipsel rüya sembolojisi ve içe bakış uyanış atölyelerine katıldı
13 Kasım 2024
Almış olduğum “C.G.Jung Kuram Temelli Danışmanlık Eğitimi” ile kazandığım derinlik,kendi içsel yolculuğumda ve başkalarına dokunuşumda yeni kapılar araladı. Bilgi ve deneyimini özverili ve titiz bir şekilde bizlere aktarman, bu süreci daha anlamlı kıldı. Jung’un ışığında, bilinçdışına açılan bu yolculukta rehberliğinde edindiğim farkındalıklar için minnettarım. Bu eğitim sadece bir öğrenme süreci değil,aynı zamanda derin bir dönüşüm deneyimiydi. Emeğin ve özverin için yürekten teşekkür ederim.
Derya Sarı Jung Temelli Danışmanlık Eğitimine Katıldı
12 Kasım 2024
Ümit Hoca'nın kendi ifadesiyle, sahipsiz kalmış yaralarınızı şefkatle sahiplenmek, kendi özünüzle tanışmanın, buluşmanın hafifliğini ve huzurunu deneyimlemek niyetindeyseniz, ama bir sürü bilgi yığını içinde kafanız karışmışsa ve bunun nasıl olacağını bilmiyorsanız, Ümit Hoca'nın eğitimlerinin, atölyelerinin her dakikası sizi kendi içinize doğru götürecek, özünüzle buluşturacak, Kendisi çok kıymetli bir rehber; bilgisini cömertçe sunmasının yanı sıra, hangi inanç ve ideolojiden olursanız olun, sinesinin herkese açık olduğunu hissettiğiniz, yargılanmadığınız, kabul gördüğünüz, fikirlerinizin değer bulduğu, kendinizi, özünüzü yeniden sevdiğiniz, her dakikası öğretici ve iyileştirici harika eğitim ve atölyeler... Hepsine katılmanızı tavsiye ederim. Zaten bir tanesine katılınca seriyi tamamlama ihtiyacı hissedeceksiniz. Ümit Hocama da bütünlüğü, dengeyi, her türlü ideolojiye karşı sadece dilde değil özde de olan saygıyı, tarafsızlığı, kurtarıcı olmadan destek olmayı, cömertçe bilgiyi sunmayı bizlere gösterdiği ve gerçek erdemlere ulaşmada sunduğu katkı için, çok kıymetli mentörlüğü için teşekkür ediyorum.
Leyla Aksoy Online Rüya Sembolojisi Atölyesine katıldı
28 Ekim 2024
İçe bakış uyanış eğitim içeriği ile yeni tanıştığım kavramların ve bilincin içine girdikten sonraki gözlemlerim beni bana anlatan, yaşadıklarıma daha sağlıklı bir bakış açısı sunan bir hal almaya başladı… Balinanın karnına girmek ayrı mesele orda kalabilmek apayrı… Ümit beyin rehberliğinde başlangıcım güven temelli oldu…yolculuğumun neresinde olduğumu beni nelerin beklediğini sınır çizmeden açık bir algı ile tanımlayabilmesi güvende hissettirdi… Bu yoldan döneceğim ya devam edeceğim sınırdayım beyanımı katkılarınızla ilminizle samimiyetinizle devama çevirmeme vesile olduğunuz için teşekkürler… Bu ve devamı eğitimlerin Karanlıktan aydınlığa niyetlenen herkese ışık olmasını dileği ile...
Hande Zaman İçe Bakış Uyanış Online Atölyesine Katıldı
9 Ekim 2024
Bir yolculuk daha biterken, gözlerini yaşamına yeni açıyor Persefone… Minnetle, sükûnetle ve suhuletle.
Başlangıçta kaos vardı… Kendinden bilinci doğuran, bakan, besleyen, şekil veren, yeri geldi mi hırpalayan, tahakküm eden, dönüştüren, yok eden, yeniden var eden: Büyük Dişil, tevhidin diğer adı, Büyük Ana.. Ezeli ve ebedi olan… Zül-Celal Vel İkram’ın her veçhesi, her kertesi, başı sonu, toplamı, Bir olan Bir.. Kadir-i Mutlak…
Bir vakitler, “Aşk, ancak kendince güzel olana duyulur.” diye bilirdi bu kız. Kadir-i Mutlak-ı güzelliklerde görürdü, çirkinliklerde de O’nun iradesinin/veçhesinin olduğunu ya bilmezdi ya da henüz bilmeye hazır değildi.
Lilith ona lohusalıkta musallat olduğunda adını “iblis” koyduydu da bilemediydi, onun da Bir Olan Bir’in bir diğer veçhesi olduğunu…
Ara ara araladığı Hades’in kapılarından her girişinde bir kat daha soyunur dönerdi de çıkarken kapatamazdı Hades’in kapısını… İmge aleminde defalarca o kapıyı kapatmaya uğraşırken, “Babaannesi”nin bahçesine bakan evlerinin mutfak camında bulurdu kendisini. O bahçenin sokağa açılan tahta çatal kapısını izlediği “an” tablo gibi belirirdi. İmge aleminde Babaannesinin kapısı Hades’in kapısı oluverirdi birden bire. Defalarca o kapıyı açar kapatır, dayardı arkasına taşları, fayda etmeyeceğini bile bile…
Bu dönemlerde, Hades’in bonkörce servis ettiği sembollerin peşinde koşarken hayatı bir nevi kaos’tu, kontrolsüz bir girdisi vardı hayatının, bir de yorgunluğu.
Gölge çalışması sırası ona geldiğinde nefessiz bir şekilde aktardı olanı biteni… Ümidiydi, Ümit hocanın cevabı, bir anahtar yakalamaktı derdi… Ümit hoca anahtarı verdi, anahtarın adı “Persefone” oldu…
Mitini bulan bu kız, büyük aşkı Hades’in elinden tuttu, sütünü bile temkinle vermekle suçladığı Büyükana’sının bal damlayan memelerine sarıldı ve teslim oldu bu kez “öz”üne…
Bir kez daha beni benden doğuran hayata, sürece katkısı olan arkadaşlarıma ve bilgeliğinden sınırsızca bilincimize aktaran Ümit hocama şükran ile.
Dilek Salman Online Arketipsel Semboloji Atölyesi ve Gölge Çalışmasına katıldı
24 Ağustos 2024
Sevgili Ümit, Sana bunları yazmayı borç biliyorum senin muazzam rehberliğinde katıldığım Gölge çalışması için kendime yaptığım iyilik demek çok sığ kalacak Gölge çalışması tam anlamıyla kendime yaptığım en karlı yatırım ;bunu her geçen gün hayatımın seyrinde yaşadığım olayların bedenime ve duygularıma tesirinin eskisi gibi olmadığını ve gölgelerimle yüzleşip onlarla beni tanıştırdığın; reddetmeden onları kucaklamam sayesinde özgür hissediyorum kendimi esir ve köle ettiğim gölgelerimden özgürleştirdiğin buna aracılık ettiğin için sana çok teşekkür ediyorum katkı sağlayan tüm arkadaşlarımı da muhabbetle selamlıyorum.
Bunları yazdım son görüşmemizin ardından 25 gün geçti hepsi ders niteliğinde gölgelerimle karşılaştım ve anında seni konseyin başına oturtup içimde bir meclis kurup hemen anında sıcacağına konuyu çözmeye çalışma çabam bile beni olaylarda 3.biri gibi bakabilme becerisi kazandığımı hissettirdi ve bana o meşhur girmeye korktuğum mağarayı daha sevimli ve keşfe mazhar bir yer heyecanına sürükledi çok çok mutluyum.
Bütün kalbimle söylüyorum gölge çalışmasının ardından hayatın içinde ilişkilerimde cebimde Alaadin'in sihirli lambası ile geziyor gibiyim sana abartılı gelecek ama daha basit şekli ile anlatamayacağım.
Yeşim Ulus Online gölge çalışmasına katıldı
9 Ağustos 2024
60’lıyaşlara gelince bedenim bana önümde uzun seneler olmadığını, kalan ömrümü en iyi şekilde değerlendirebilmem için elimi çabuk tutmam gerektiğini söylüyordu. Ne yapabilirdim? Bunca yıl birçok sınavlardan geçmiş, değerlerimden vazgeçmemiş, ilim ve sanatla meşgul olmayı sevmiş; eş- dost- aile ortamında güzel ilişkiler geliştirmiştim. İçinde yetiştiğim kültürün normlarına göre iyi insan, iyi vatandaş diye nitelendirilecek biri olarak sorumluluklarımı hakkıyla yerine getirmiştim. Fakat kendime ne derece iyi davranmış, vazifelerimi yerine getirmiştim?. İçimde “çok yorgunum” diye fısıldayan sese kulak vermiş, ilgilenmiş miydim? Hangi duygularımın üstünü örtmüştüm ki vücudumu hasta etmiştim? Sorularımın cevabının bilincimin karanlıkta kalan yanlarında gizlendiğini biliyordum.
Ümit Hoca’nın yürüttüğü gölgelerimizi keşfetmekle ilgili atölye çalışmasına katılmakta hiç tereddüt etmedim. Onun düzenlediği Arketipsel Semboloji, içe Bakış Uyanış, Mitlerle ve Masallarla İçe Bakış isimli atölye çalışmalarından çok istifade etmiş, “ Gölge” kuramıyla ilgili kavramsal bilgiye ulaşmıştım. Edindiğim birikimin pratikte nasıl uygulandığını ve kendi gölgelerimi nasıl keşfedeceğimi öğrenmemin zamanı gelmişti
Hayatta hiçbir şey tesadüf olmadığı gibi kendi karanlığını keşfetmek için gelen katılımcılar da tesadüfen bir araya gelmemişlerdi. Katılımcıların her birinin bize bizi anlatan bir işlevi vardı. Ben de her bir katılımcıdan kendime göre bir hisse çıkardım, benzer hikayelerde gösterdiğim tepkilerimi, değerlendirmelerimi kıyasladım, ölçtüm, yeniden gözden geçirdim. Hikayeler benzer olsa da duyguların işleniş biçimi bireysel farklılıklar ne kadar çeşitliydi… ve farklı hikayelerde benzer duygular yaşanıyordu. Sanırım aynı duyguları yaşamış olmamız bizleri bir araya getirmiş, birbirimizi anlayıp, birbirimize destek olmamızı sağlamıştı. Hepimizin ihtiyacı, anlayan, hak veren, hikayemizi değerli bulan bir bilinç ya da bilinçler tarafından duyulmak ve geri bildirim almaktı. Belki de asıl istediğimiz öz benliğimize karşı kendimizi temize çıkarmaktı.
Ümit Bey’in liderliğinde gruptaki arkadaşlarla genelde uyumlu ve saygılı bir etkileşim kurulmuştu. Katılımcıların hepsi belli bir eğitimden geçmiş, belli bir olgunluk seviyesini tutturmuş kişilerdi. Bu bakımdan kendimizden söz ederken bir güven ortamında olmanın rahatlığı içinde serbestçe konuşabiliyorduk… ve birbirimizden incinmiyorduk 10 seanslık oturumun sadece birinde tetiklenen bir arkadaşımızın kural dışı bir çıkışı olmuşsa da mesele büyütülmeden fırsata çevrilmişti. Böyle durumlar hem kendi projeksiyonlarımızı görmek hem de projeksiyonlarını bize yönelten kişileri anlamamız açısından bir fırsattı.
Çalışma sürecimiz sonlandığında dostlarla vedalaşmışız gibi hüzünlendim. Onlarla yaşam yolculuğumu ön yargılarımı ve davranış kalıplarımı sorgulamış; kendimi yeni bilgilerle güncellemiştim. Kırgınlıklarımın yükünden kurtulmuş, geçmişin bugünümü etkileyen izlerini sürerek problemlerimin kaynağına yaklaşmıştım. Tekrar eden döngülerimin, gözüme batan davranışların gölgelerimi işaret eden gizli mesajlarını çözmem gerektiğini biliyordum artık. Kısa sürede edindiğim iç görü ve tecrübe egomun savunmalarını anlayabilmemi sağlamıştı. Ümit Bey’in eğitimlerini almadan bir yıl önceki halimle şimdiki halimi kıyasladığımda önemli bir mesafe aldığımı görüyorum. Zamanımı en güzel şekilde değerlendirmiş, kendimi ödüllendirmiş, öz benliğime olan sorumluluğumu yerine getirmiştim. Daha zinde bir beden ve gönülle yoluma devam edebilirdim. Bu seviyeyi bulmamda bilgisi, deneyimi, alçak gönüllü yaklaşımıyla Ümit Bey’den büyük destek almıştım. Ona minnet duygularımla birlikte teşekkürlerimi gönderiyor, karanlığa ışık olmaya devam etmesini diliyorum
Ayşegül Ünal Online Gölge Çalışmasına katıldı
8 Ağustos 2024
“Kendi çıktığım içsel yolda iyi ki Dr. Ümit Akçakaya ile tanışmışım ve atölyelerine dahil olmuşum. Çıktığım yolun ne olduğunu, nasıl ilerleyebileceğimi, varılması mümkün olan aşamayı öğrendim. İçe Bakış&Uyanış ve Arketipsel Semboloji atölyelerinde geçirdiğim 24 hafta maceraya çağrıyı hayatımda ilk kez Kabul ettiğimi algılamamı sağladı. Yolculuğun sonu olası mı bilmiyorum ama aslolanın yolculuğun kendisi olduğu gerçeğini içimde yaşadım. Artık yolumu biliyorum. Ayrıca, Dr. Ümit Akçakaya’nın hayatla bütünleşmiş engin bilgisini ve bilgi kaynaklarını cömertçe bizlerle paylaşması benzersiz bir zenginlik sağladı hayatıma.”
Esin Çamlıbel İçe Bakış Uyanış ve kahramanın Sonsuz Yolculuğu & Arketipsel Semboloji atölyelerine katıldı.
8 Ağustos 2024
Sevgili Ümit, verdiğin bu eğitimler ve emek için teşekkür etmek istiyorum. Şimdiye kadar katıldığım eğitimlerde kavramların havada kaldığını ve hayatla bağlantılarının tam yapılamadığını hissediyordum. ‘Spiritüel yaklaşıp tam anlayamıyorsanız da teslim olun’ tarzında ilerleniyordu hep. Akılla kalbin birleştiği, farklı ekollerden beslenen tüm eğitimlerinin çok değerli olduğunu aynelyakin ve hakkenyakin hayatımda görüyorum, çok istifade edip herkese de tavsiye ediyorum. ‘Doğru olan bu da tamam da niye ve nasıl bunu hayatıma aktarabilirim ?’ Sorularına cevap arayan herkes bu eğitimlerden ciddi manada faydalanacaktır. Eğitimlerin ayrıca bir de ‘Yalnız değilmişim, sorular ve sorunlar da birmiş, çözümleri de varmış” hissiyatı uyandırıyor.
Tabi arkasından sihirli bir değnek beklememiz gerektiği “Mümkün dedik, kolay demedik” gerçekliği ile eğitimleri vermen ve kendine egosal anlamda bağlamaman da eğitimlerin ayrı bir artısı.
Videolarını da izlerken bu bağlantılar tek tek kuruluyor, eskiler sadakai cariye derler ya insanlığa faydalı bir eser, ilim, kitap, bina vs bıraktığında ölümsüz olursun ve sevap defterin hep açık kalır diye. Gerçekten verdiğin emeklerin ve topluma katkın şüphesiz bu aşamada.
Her şey için gönülden teşekkür eder, ışığı ve şifası artan herkes ile senin de şifa ve ışığının artmasını dilerim.
Elif Aksen İçe Bakış Uyanış Atölyesi ve Gölge Çalışması gruplarına katıldı
© 2025 Der Medya