Viktor Emile Frankl ve 'Kendini Aşma'

“Bir insan, acı çekmenin kaderi olduğunu gördüğü zaman, acısını kendi görevi olarak kabul etmek zorunda kalacaktır; bu onun tek ve eşsiz görevidir. Acı çekerken bile evrende eşsiz ve yalnız olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalacaktır. Hiç kimse onu acıdan kurtaramaz ya da onun yerine acı çekemez.”

Victor Emile Frankl

Bir nörolog ve psikiyatr olmasının yanı sıra logoterapinin -anlam merkezli terapi- kurucusu olarak kabul edilen Viktor Emile Frankl, Varoluşçu Terapinin de en önemli isimlerinden birisi olarak görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonya içerisindeki Alman toplama kamplarında mahkûm olarak yaklaşık dört yıl geçiren Frankl, bu süreçte yaşadığı deneyimlerinden yola çıkarak kendi kuramını şekillendirmiştir.

1943 yılında diğer pek çok Viyanalı Yahudi gibi Frankl; karısı, babası, annesi ve kardeşi ile birlikte Nazi Subaylarınca tutuklanarak ölüm kampları olarak anılan Auschwitz ve Dachau toplama kamplarına nakledilmişlerdir.Her an gaz odalarına gönderilme korkusuyla yıllarını geçiren Frankl, ancak 1946'da özgürlüğüne kavuşabilmiştir. Fakat diğer aile bireyleri O'nun kadar şanslı değildir. Kız kardeşi dışında hepsi gaz odalarında can vermiştir. Bu acı gerçeği üç yıl boyunca ailesine kavuşabilme umuduyla yaşayan Frankl, 1946'da, Viyana'ya döndüğünde öğrenmiştir.

Frankl, kendi gerçekleştirme olgusuna varoluşçu bir bakış açısıyla yaklaşmış ve bu süreci yaşamda bir anlam bulma ile ilişkilendirmiştir. Kendini gerçekleştirme kavramı yerine ‘kendini aşma’ ya da ‘öz-aşkınlık’ kavramını kullanan Frankl’ göre, insanın var oluşunu en üst seviyede anlamlı kılabilmesi büyük ölçüde ‘kendini aşma’ sürecinde göstereceği başarıya bağlıdır. Kendini aşma; insanın, kendinin dışında veya ötesinde bir şeye, bir insana, bir amaca veya inanca yönelmesi; bu uğurda kendini adaması anlamına gelmektedir. İnsan, var oluşunun derinliklerinde kök salmış bu yeteneğini güncelleştirdiği andan itibaren kişiliğinin gizli yönlerini keşfedebilmekte ve onları en üst seviyede pekiştirebilmektedir.

Frankl’ın geliştirdiği logoterapi, ‘anlam yoluyla terapi’ manasına gelmektedir ve psikoterapinin savunduğu ‘terapi yoluyla anlam’ düşüncesine tamamen ters bir durum arz etmektedir. Şöyle ki geleneksel psikoterapi anlayışı; anlama ulaşma, kendini gerçekleştirme, mutluluğa ulaşma vb. gibi sağlıklı bir kişiliğin ifadesi olarak kabul edilen niteliklere ulaşmayı, nevrotik bir takım çatışmaların çözüme kavuşması sonucu elde edilebileceğini savunmaktadır. Oysa Frankl’a göre anlamlılığın göz ardı edildiği bir girişimde, ortadan kaldırılan her nevrotik tablo, yerini çoğu zaman boşluk hissine bırakmaktadır. Bu bağlamda Frankl, hayatın gerçek anlamının üç yolla bulunabileceğini öne sürmüştür. Bunlar: yapılan işlerle dünyaya bir katkı sağlamak; bir şeyi güzelliği ve gerçekleri ile deneyimlemek ve kaçınılmaz bir acıya karşı cesur bir tutum takınabilmektir.

Frankl’a göre insanın kendi potansiyellerini en yüksek noktaya çıkarabilmesi için ilk önce bunun varlığına inanması gerekmektedir. Aksi takdirde insanın en kötüsüne yönelik bir potansiyeli de olduğu için yozlaşma ihtimali de bulunmaktadır. İnsancıl kişilerin bir azınlık olduğu ve belki de hep azınlık olarak kalacağı gerçeğinin, insanın potansiyeli olan inancını köreltmesine göz yumulmamasının altını çizen Frankl; insanın kötü olan işleri iyileştirmek amacıyla elinden geleni yapmadığı takdirde her şeyin daha da kötüye gideceğini iddia etmektedir.

İnsanın ne yaparsa yapsın anlamlı ve değerli olanı yapma isteğine eğilimli olduğunu vurgulayan Frankl, insanın zamanın baskısı altında olmasını ve hayatın ölümle sonuçlanacağını bilmesinin, kendi potansiyelini kullanamamasının nedenleri olduğunu da düşünmüştür. Ona göre bu durum karşısında insan, sorumlu seçimler yapma zorunluluğunda kaçabileceği konusunda bir yanılgıya düşmektedir. Ancak, bu nafile bir çaba olmaktadır. Zira insan nereye dönerse dönsün, hayatın zorunluluklarıyla ve anlamlı ·ve değerli olanı yapma talebiyle varoluşsal bağlanmalarla karşılaşmaktadır.

Frankl’a göre yaşamdaki kader olgusu sonucu açığa çıkan acı çekmenin, insanın varoluşsal bir biçim kazanmasında son derece önemli bir fonksiyonu bulunmaktadır. Bu bağlamda Frankl, insanın gerektiğinde acı çekmesinin de hayatın zorunluluklarından biri olabileceğini düşünmüştür.

Frankl, kendini gerçekleştirmenin kolay ulaşılabilir bir şey olmadığını da savunmuştur. Ona göre bunun da basit bir nedeni bulunmaktadır: Kişi, buna ulaşmak için ne kadar çok uğraşırsa, bunu da o kadar çok kaçıracaktır. Başka bir deyişle kendini gerçekleştirme, sadece kendini aşmanın bir yan ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Frankl, kendini gerçekleştirme için geçerli olan bu durumun, mutluluk için de geçerli olduğu kanaatindedir ve ona göre mutluluğa engel olan şey, ‘mutluluk arayışı’nın kendisidir. Bu bağlamda mutluluk arayışı ne kadar çok bir hedef yapılırsa, insan aslında bu hedeften de o kadar çok şaşmaktadır.

Frankl, modern ve sanayileşmiş toplum anlayışının, insan açısından bir anlam sorununu beraberinde getirdiğini ve dolayısıyla insanın potansiyellerini açığa çıkarmasında bir engel teşkil ettiğini de düşünmüştür. Ona göre kişi, hayatın anlamına inanmıyorsa -yüzeyde bu hayat onun açısından ne kadar iyi akıp gidiyor olsa da- onun gözünde anlam sunmayan hayatın bir değeri aslında bulunmamaktadır. O da bir an gelecek, refaha ve bolluğa rağmen bu hayattan vazgeçecektir. Çünkü sanayi toplumu pratikte insanların bütün ihtiyaçlarını karşılamaktadır hatta tüketim toplumu denen şey, ihtiyaçları da üreten toplumdur. Ancak içi doldurulmayan bir ihtiyaç bulunmaktadır, o da insanın anlam ihtiyacıdır. Bu bağlamda Frankl, bugünkü sosyal şartlar altında insanın sadece hayal kırıklıklarına uğradığı kanaatinde olmuştur.

Yaşamın konuşma ya da meditasyonla değil, doğru eylem ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerektiğine de inanan Frankl; yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan unsurun yaşamın bizden ne beklediğini öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara bunu öğretmemiz olduğunu savunmuştur. Ona göre nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu üstlenmek anlamına gelmektedir.

Faydalanılan Kaynaklar

Akçakaya, Ümit (2019). Uyanış - Kişiliğin Gizil Kodları. İstanbul: Kanon Kitap.

Frankl, Viktor (1994). Duyulmayan Anlam Çığlığı. Çev: Selçuk Budak, 2.Baskı, Öteki Yayınevi, Ankara.

Frankl, Viktor (2009). İnsanın Anlam Arayışı. Çev: Selçuk Budak, 3. Baskı,Okuyanus Yayınları, İstanbul.

Frankl, Viktor (2014). Hayatın Anlamı ve Psikoterapi. Çev: Veysel Atayman, Say Yayınları, İstanbul